12 Mart 2014 Çarşamba

Berkin Elvan


2024 yılının kavurucu martı. Otobüsten indi delikanlı. İner inmez etrafına bakındı. Saatini kontrol etti. Mesajlarına baktı. Parkın girişindeki çiçekçiden bir demet karanfilin fiyatını sordu,ağır ağır, karanfili çok severdi sevgilisi. Gerçekten sevgilisi miydi o kıvırcık saçlı kız? O kadar peşinden koşturtmasına ne gerek vardı ki? Parası çıkışmadı, helallik istedi çicekçi teyzeden, o kadar yavaş istedi ki, demetten tek karanfil çekip çiçekçi teyzeye vermesi daha çabuk oldu. Ayağını sürüye sürüye parka girdi. Bir banka ilişti. Bir sigara yaktı. Derin bir nefes aldı. Kafatasının içi yanmıştı. Yasaktı içmesi. Olsun. Yasak olsun. Ben onun için her şeyi yaparım. İstesin, ölmem bile.

Uzaktan göründü kıvırcık saçlarıyla esmer güzel. Yüzü sıcaktan mı kızarmıştı, yoksa allık mı sürmüştü ilk buluşmaları için, karar veremedi delikanlı ama yüzündeki kızarıklık kafatasının içini bir kez daha yakmıştı. Bu sefer bir uğultu gibiydi. Sigara gibi yakmadı. Yaktı ama böyle, güzel.

Karanfilleri verdi. Gözleriyle teşekkür etti kız. Banka yanına oturdu çocuğun. Ne deseler yalandı. El ele tutuştular. İkisi de karşıya bakıyordu sadece. Birden birbirlerine döndüler. Heyecandan ikisinin de göz bebekleri büyümüştü. Oğlan biraz sokuldu, kız biraz yaklaştı. Koltuğuğun altına girdi çocuğun. O kadar yoğun bir nefes trafiği ki, kim ne zaman alırken neyi vermemiz gerekiyordu bilinemiyordu. Bu bilinememezlik içinde çocuk;

‘Saçların ne güzel’ dedi usulca.
‘Teşekkür ederim.’
‘Sevebilir miyim, saçlarını?’ saçların nezdinde seni demek istedi. Diyemedi. Kız sadece gülümsedi.  Ne yapsın bilemedi çocuk. ‘Yürüyelim mi?’ dedi neden dediğini bilmeden. Biraz yürüdüler, yer yer kelleşmiş çimenlerde ve solmuş çiçeklere basmadan. Sıcak gittikçe artıyordu. Aslında kimsenin yürümeye niyeti yoktu.

Kız yoruldum deyip bir ağacın gölgesine oturunca, yüreğindeki kelebekler o kadar hareketlendi ki, derhal ne yapacağını bilemez bir halde kızın bacaklarına içi sızım sızım sızlayan başını koydu.
‘N’oldu burana?’ dedi kız kafasını severken oğlanın.

Bu sefer gülümseme sırası çocuktaydı. ‘Ben, her işi yavaş yapıyorum. Bir gün ekmek almaya diye çıktım evden 342 gün sonra eve döndüm. Ekmek de alamamıştım’

----------------------------


Bir hayalde yaşama ihtimalimiz vardı, şansımıza da bizim bu kabuslar çıktı. Bu kabuslardan uyanamadık. O, ‘Bu kabusa uyanacağıma, kendi hayalime uyurum’ dedi belki de ve uyanmadı. Bir ocağa düştü ateş, bin ocağı dağladı. 

Nefes alacak yerim kalmadı. Verecek beş kuruş da nefesim yok. 

Güle güle.

23:58, 11 Mart 2014
Lyon

8 Mart 2014 Cumartesi

Bir ekmek, bir su, birkaç da karar belki de iki yumurta

Bir bardak su koymaya diye kalkmıştı yatağından. Yatağı hafif ıslak. Olur öyle arada. Apış arası ter. Ama yine de uykumda işeyip işemediğini kontrol etti. Yorganı apış arasına alıp uyuduğundan bazı geceler çok terliyordu. Fakat o bazı geceleri hala bilememişti, tam olarak neden bu kadar terlerdi ki bir apış arası. Kilodunu çıkardı. Tuvalete kadar çıplak yürüdü. Ellerini kullanmadan ayakta işemenin tadını çıkarıyordu. Hatta son damla damlasın diye pipisinin ucundan biraz kendi bedenini salladı. Bu işlemden gereksiz bir haz almıştı. Ufak hesapların peşindeydi sürekli. Mesela bir ufak hesabı yanlış yapmıştı. Bunu hep karıştırıyordu ne yazık ki! Tuvalete gitmeden önce mi su içmeliydi sonra mı su içmeliydi? Bu sorunsalla geceleri ne yazık ki çoğu zaman zehir oluyor, aslında o kadar zehir olmuyor da, bir kez daha ayağa kalkmak zorunda kalıyor. Suyu içti. Çişim mi var diye dursa bile yeni işemiş olduğunun bilincindeydi.

Yatak serinlesin diye camı açtı. Camı değil de pencereyi açması gerektiğinin bilincinde o kadar değildi işte. Serinlik apış arasına değip geçti. Üşür gibi oldu. Tam üşümedi ama. O yüzden kapamadı. Anlamsız yerlere baktı. Sokak lambasının bağlantı yerlerine, içine sokak kedileri için mama konmuş yoğurt kabına ve onun az ilerisinde ‘sıçarım yemeğenize’ der gibi yapılmış iki yan apartmandaki yaşlı çiftin bir o kadar yaşlı köpeğin kakasına ve daha birçok bunu gibi sokak dekoruna baktı. Bazı kararlar vardı alınması gereken. Sabah bir de ekmek ve yumurta alması gerekiyordu. Sabah ekmeği almaya çıkarken almaya bıraktı kararlarını. Gece gece açık kararcı bulamazdı ya da bir karargah. Pencereyi kapamak istemesine rağmen inatla camı kapadı. Yatağına yattı. Yatak serinlemişti. Apış arasına sıkıştırdı yorganı. Yine çişi geldi. Suyu şimdi içmesi gerektiğinin haklı gururunu yaşadı bir süre.

‘Sabah ekmekleri ve kararları almazdan önce çişimi yaparım, hafifçe alırım ne alınacaksa’ dermişçesine yatağında döndü.

00:35, 8 Mart 2014
İstanbul

3 Mart 2014 Pazartesi

Zeynep'e

Bazı zamanlar, bazen düşündüğün gibi gider de, aslında ben böyle düşünmemiştim dersin.

Abim aradı. Sesinde heyecan var çokça, derinden sezilen bilinmezliğin getirdiği inceci bir korku. Çok da değil ama. Kokusu var. Ben hala sağdan soldan durum güncellemesi almaya çalışmaktayım yazlıkta. Biber gazı atılmış mı filan. Üzerimde hala kokusu var. Çok hassas zamanlar. ‘Naber amca?’ diyor, kalp ritmini hızlandıran. Sanırsın nefes almadan 1 litre kola içmişsin. Öldürülen insanlarla aynı zamanda geliyor haberi. Sevinmek istiyorum. Ama ‘ayıp olur’ var ya! Ondan işte hep. Ayıp oluyor gelenlere de göçenlere de. Ben yine de seviniyorum. Hem de çok.

Hücrelerini sayıyorlar. ‘Kaç hücreyi üst üste koyunca bir insan olur doktor amca?’ gibi sorular geçiyor aklımdan. Gerçekten kaç tane hücreyi üst üste koyunca bir insan olur? Biraz da ben vereydim. Yazık. Hepsini abimler koyabilecekler mi acaba? Ne zamana insan olur ki? Biraz daha bekleyelim ya.

Doktora gideceklerdi. Aradım. Sıradayız diyorlar. Bizimkinin hücrelerini bol koymuştuk ama. Hadi bizimki bekleyemez. Neden bekleyemesin? Bazı insanların katilleri de beklemiyor. Bir can daha gidiyor. Ama bir can geliyor? Neden ben her şeyi üstüne yüklemeye çalışıyorum? Yükleme abi işte. Bizimki bol hücreli. Siktir et. Pat telefon geliyor. Ne telefon. Kız diyor. Sanki erkek olsa üzüleceğim! Olur mu? Davul zurna var kafamda sabahtan beri oğlan bizim kız bizim çalıyor. Kız hakikaten bizim bu sefer. Annem ağlıyor. Babam? Erkek adam ağlar mı lan? Sinsi ağlar. Terlemiş gibi ağlar.

Her geçen gün bekliyorsun da, yengenin karnı büyümüyor ki abi! Büyümüyor ya? Oğlum hücresini bol vermiyor musunuz bunun siz ya? Gidecem birkaç güne! Bol verin hücreyi.

Ben neden Fransa’dayım? Ev mi buldum? Yok ya! Burada yaşıyacağım artık? Derken abimler geldi. Birer kilo tarhana ve erişteyle. E karnı büyümüş? Hücreler yaramış. Zaten öncesinde alınmış bir tulum var. Hücreler üst üste gelince dışarda giysin diye. Mikili. Ya da ne bileyim belki de Mini’li.

Ne zaman doğacak telefonları, skype’ları derken, bilet almalar tarihler, İstanbul’a geri dönmeler vesaire... Bu süre zarfında girilmiş tam olarak 14 depresyon, 98 gelecek kaygısı –ki kendisi her sabah zihinde zuhur etse de tam olarak 98 kez kaygı güttürecek kadardı-, 159 adet ‘galiba dönüyorum ben! Param bu sefer harbiden bitti’ sıkıntısı var bavulumda. Dönerken. Bir de ‘Bu kız ilerde benim amcam bir şey istedi de onu yaptı desin’ kaygısı. En büyüğü de o. Kız bi de ha! Zeynep!

Gelmeler etmeler. Amca olacağız ya. Gömlek alınır ve giyilir. Ya ben gömlek giymem ki o kadar sık? Olsun. Amcasın. Ağırlığın var. Aslında dayılar çılgın olur. O yüzden dayı olmak daha mı bi sempatik? Ulan boşver! Çocukla senin aranda her şey! Severse sever! Sevmezse de kendi bilir! Neyi sevdirecen daha? Olsun gömlek giyeyim ben yine de!

-Tokuç bebek? diye bol soru işaretli çınladı koridor, annesinin ameliyata girmesinden 40 dakika sonra. Valla biz Zeynep bekliyoruz. Kimse Tokuç bebeğin sahibi als...bi dakka! Olm lan bu bizim! ‘kızım’ deyip başına dokunuyor abim ve hemşire teyzelerinden sonra kendi gözyaşlarıyla yıkıyor kızını. Ben mi? Adrenalin! Ama öyle böyle değil! Uyuşturucu! Kafası şimdi geldi qanqa! Herkes ağlıyor!

Asansör geldi! Bu sefer büyük asansör. Büyük asansör, hastalar sedyeyle sığabilecek kadar büyük, diğeri de sıradan asansör. Büyük asansör geldi. İçinden ANA geldi. O zaten uyuşturucu müptelası gibi. Gözyaşları var ama yüzünde aşırı mutluluk. Elinden tutuyor, bu işe beraber kalkıştıkları kocası. Ağlıyor ama o da işte babasına çekmiş. Erkekler ağlar mı? Ağlar lan! Zeynep’in babasının babası da ağlıyor çünkü. Kenarda. Kızın annesi, beni hayatında sevmediği kadar sevdi. Sarılabilse sarılırdı.

Öpmeyin dediler. Hazırolda durduk. Doktoru geldi. Öptü. ‘Niye kızını öpmüyorsun?’ diye de abime kızdı. Harbiden? Öpülür müydü ki bu kız? Kıyabilir miydik öpmeye?

Yaklaşık 4-5 saat önce uykuya omzumda daldı. Hıçkırıklar içinde. Nefes alıyor. Ağlıyor. Hıçkırıyor. Ah be kızım! Neden doğdun ki şimdi durduk yere? Ben zaten dünyayı pek sevmiyorum! Sen neden geldin ki bu halinle? Şimdi senin için çok şey yapmam lazım benim! Bu dünya iyi bir yer değil be safsütüm. Amcanın başarmasını, adam olmasını istersin di mi? İşte doğdun ya! Olacak sana gerçek amca.

Babandan annenden saklamak istediğin bir şey olursa bana söyle e mi? Ben iyi sır tutarım. Kendime bile söylemem. Sahi! Gerçekten sahi misin sen? Sen doğdun ya! Başarmalıyım istediklerimi ben!

Hoş geldin kızım!

04:26 3 Mart 2014 - İstanbul