2024 yılının
kavurucu martı. Otobüsten indi delikanlı. İner inmez etrafına bakındı. Saatini
kontrol etti. Mesajlarına baktı. Parkın girişindeki çiçekçiden bir demet
karanfilin fiyatını sordu,ağır ağır, karanfili çok severdi sevgilisi. Gerçekten
sevgilisi miydi o kıvırcık saçlı kız? O kadar peşinden koşturtmasına ne gerek
vardı ki? Parası çıkışmadı, helallik istedi çicekçi teyzeden, o kadar yavaş
istedi ki, demetten tek karanfil çekip çiçekçi teyzeye vermesi daha çabuk oldu.
Ayağını sürüye sürüye parka girdi. Bir banka ilişti. Bir sigara yaktı. Derin
bir nefes aldı. Kafatasının içi yanmıştı. Yasaktı içmesi. Olsun. Yasak olsun.
Ben onun için her şeyi yaparım. İstesin, ölmem bile.
Uzaktan göründü
kıvırcık saçlarıyla esmer güzel. Yüzü sıcaktan mı kızarmıştı, yoksa allık mı
sürmüştü ilk buluşmaları için, karar veremedi delikanlı ama yüzündeki
kızarıklık kafatasının içini bir kez daha yakmıştı. Bu sefer bir uğultu
gibiydi. Sigara gibi yakmadı. Yaktı ama böyle, güzel.
Karanfilleri
verdi. Gözleriyle teşekkür etti kız. Banka yanına oturdu çocuğun. Ne deseler
yalandı. El ele tutuştular. İkisi de karşıya bakıyordu sadece. Birden
birbirlerine döndüler. Heyecandan ikisinin de göz bebekleri büyümüştü. Oğlan
biraz sokuldu, kız biraz yaklaştı. Koltuğuğun altına girdi çocuğun. O kadar
yoğun bir nefes trafiği ki, kim ne zaman alırken neyi vermemiz gerekiyordu
bilinemiyordu. Bu bilinememezlik içinde çocuk;
‘Saçların ne
güzel’ dedi usulca.
‘Teşekkür ederim.’
‘Sevebilir miyim,
saçlarını?’ saçların nezdinde seni demek istedi. Diyemedi. Kız sadece
gülümsedi. Ne yapsın bilemedi
çocuk. ‘Yürüyelim mi?’ dedi neden dediğini bilmeden. Biraz yürüdüler, yer yer
kelleşmiş çimenlerde ve solmuş çiçeklere basmadan. Sıcak gittikçe artıyordu.
Aslında kimsenin yürümeye niyeti yoktu.
Kız yoruldum
deyip bir ağacın gölgesine oturunca, yüreğindeki kelebekler o kadar
hareketlendi ki, derhal ne yapacağını bilemez bir halde kızın bacaklarına içi
sızım sızım sızlayan başını koydu.
‘N’oldu burana?’
dedi kız kafasını severken oğlanın.
Bu sefer
gülümseme sırası çocuktaydı. ‘Ben, her işi yavaş yapıyorum. Bir gün ekmek
almaya diye çıktım evden 342 gün sonra eve döndüm. Ekmek de alamamıştım’
----------------------------
Bir hayalde
yaşama ihtimalimiz vardı, şansımıza da bizim bu kabuslar çıktı. Bu kabuslardan
uyanamadık. O, ‘Bu kabusa uyanacağıma, kendi hayalime uyurum’ dedi belki de ve
uyanmadı. Bir ocağa düştü ateş, bin ocağı dağladı.
Nefes alacak yerim kalmadı. Verecek beş kuruş da nefesim yok.
Güle güle.
23:58, 11 Mart 2014
Lyon